MEMUR-SEN İl Temsilcileri Toplantısı Yapıldı

Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 2009 toplu görüşmelerinde..

01 Ocak 1970 Perşembe 02:00
MEMUR-SEN İl Temsilcileri Toplantısı Yapıldı



Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 2009 toplu görüşmelerinde, ek ödeme oranlarının 15 puan artırılmasını isteyeceklerini söyledi.

Sendikamız TOÇ BİR-SENi Temsilen Genel Başkan Günay KAYA ile Genel Mevzuat Toplu Görüşme ve Dışilişkiler Sekreteri Aziz Oğuzhan KARAMANın katıldığı; Memur-Sen İl Temsilcileri Toplantısı, Nevşehir Kozaklı Asos Otelde yapıldı.
 

Toplantının açılışında konuşan Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, il temsilcileriyle 2009 toplu görüşmelerine yönelik değerlendirmelerde bulunacaklarını ve bu yılki görüşmelerde ele alınacak konuları belirleyeceklerini kaydetti.

 
Şimdiye kadar yaptıkları çalışmalarla, bazı konulardaki taleplerinin netleştiğini söyleyen Gündoğdu, "2008 yılı Mutabakat Metninde yer almasını sağladığımız "Halen 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye göre ödenmekte olan Ek Ödemenin, Eşit işe eşit ücret prensibine uygun olarak 2012 yılı ortasına kadar kademeli bir şekilde artırılması" hükmü çerçevesinde, 2010 Ocak ayından itibaren geçerli olmak üzere ek ödeme oranlarında en düşük 15 puan olmak üzere artış istiyoruz. Ek ödeme oranındaki 15 puanlık artışın parasal karşılığı bugün itibarıyla 80 TLdir" şeklinde konuştu. "Ek ödeme konusundaki talebimiz bununla sınırlı değil" diyen Gündoğdu, ek ödemeden yararlananların kapsamının genişletilmesi, kadro, görevler ve kurumlar itibarıyla 2012 yılına kadar kamu görevlilerine verilecek ek ödemenin oranları ile sağlanacak artışların bir takvime bağlanarak belirlenmesini istedi.

 
Kamu görevlilerinin gelir vergisinden kaynaklanan yüklerini hafifletmek amacıyla; ücretliler için gelir vergisi oranlarının 5 puan indirimli olarak uygulanmasını ya da gelir dilimlerinin 5 puanlık indirimle gerçekleşecek kazanıma denk olacak şekilde yükseltilmesini de isteyen Gündoğdu,  gelir vergisini yüzde 20 üzerinden ödeyen bir kamu çalışanının, yılın ikinci altı ayında maaş ve ücretlerine yapılan artıştan reel olarak yararlanamaması sonucunun ortaya çıktığına dikkat çekti.

KAMU GÖREVLİLERİNE 600 TL KRİZ ÇEKİ  

Ahmet Gündoğdu, açıkladığı ekonomik paketlerle krizin varlığını kabul eden hükümetin, krizin mağdur ettiği kesimlere yönelik uygulamalarından kamu çalışanlarının faydalanamadığını belirterek, kriz çeki taleplerini tekrarladı. Hükümetin, bu eksikliğini gidermek ve ekonomik kriz kaynaklı kayıpları telafi etmek ve krizin etkilerinden korumak amacıyla emeklileri de kapsayacak şekilde kamu çalışanlarına yılda iki kez olmak üzere 600TL tutarında Kriz Çeki verilmesini isteyen Gündoğdu, "Kriz çekleri, harcamalar aracılığıyla piyasaya gireceğinden kamu maliyesi açısından da yük oluşturmayacaktır" dedi.

KALKINMADA ÖNCELİKLİ BÖLGE TAZMİNATI        

Üretimin sermaye ayağına yönelik olarak teşvik sistemiyle teşvik bölgeleri ve teşvik kapsamındaki illerdeki girişimciler desteklenirken kamu çalışanlarına yönelik bir teşvik sisteminin hayata geçirilmemiş olmasını sosyal adalet anlayışına ve hakkaniyete aykırı  bulduklarını da belirten Memur-Sen Başkanı Gündoğdu, bu doğrultuda, kalkınmada öncelikli bölge kapsamındaki illerde görev yapan kamu görevlilerine, görev yaptıkları illerin kalkınmada öncelikli dereceleri dikkate alınarak yan ödeme tutarları ile özel hizmet tazminatlarının bir kat artırımlı olarak ödenmesi şeklinde  ilave tazminat verilmesi gerektiğini ifade etti.

TOPLU SÖZLEŞME HAKKININ TAKİPÇİSİYİZ  

"2008 yılı toplu görüşmeleri öncesinde Sayın Başbakanın toplu sözleşme ve grev hakkı konusunda işçi ve memurlar arasındaki ayırımı sona erdirecekleri beyanı, kamu görevlilerinin haklarının ve taleplerinin konu edileceği toplu sözleşme masasının 2009 yılından itibaren kurulacağı konusunda bize umut vermişti" diyen Gündoğdu, siyasi iradenin lideri tarafından kamuoyuna deklare edilen vaadin yerine getirilmesinin takipçisi olacaklarını ve toplu sözleşme ve grev hakkı olmayan sendikal zemin mahkûmiyetinden kurtulmak için örgütlülükten ve emekten kaynaklanan güçlerini kullanacaklarını söyledi.

HSYK= "HUKUKA SAYGIYI YIKMA KURULU" OLMAMALI

Gündemdeki konularla ilgili de açıklamalarda bulunan Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan taslağa son şeklinin verilmesi sürecinde HSYKnin yargı kökenli üyeleri tarafından ortaya konan tavrı, kurul kararlarının yargı denetimi dışında tutulmasıyla ulaşılmak istenen gizli amacı deşifre etmesi yönüyle önemli bulduklarını dile getirdi.

Yaşananların, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının HSYK üyesi olmasının yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürdüğü yönündeki iddiaların samimiyetini sorgulamayı gerektirdiğini de dile getiren Gündoğdu, "Hakim ve Savcıların hukukunu korumak görev ve sorumluğunda olan HSYKnın yargı kökenli üyeleri, Kurulun "Hukuka Saygıyı Yıkma Kurulu" olarak isimlendirilmesini haklı kılacak tavırları terk etmelidir. Diğer taraftan yaşananların hatırlattığı asıl gerçek, HSYK kararlarının yargı denetimine tabi tutulmasıdır" dedi.

YÖK, KATSAYI KARARIYLA TÜRKİYENİN NORMALLEŞMESİNE KATKI SAĞLAMIŞTIR   

Katsayı uygulamasının kaldırılmasının, eğitimde imkan ve fırsat eşitliğinin tesisine yönelik önemli bir adım olduğunu da söyleyen Gündoğdu, "Katsayı kararı, sadece eğitim-öğretim özgürlüğünün gerçek anlamıyla var edilmesine kapı aralayan bir gelişme değildir. YÖK, militer vesayetin dayattığı katsayı uygulamasını kaldırmakla Türkiyenin normalleşme sürecine de katkı sağlamıştır" şeklinde konuştu.

"Katsayı meselesini Danıştay halleder" görüşünü ortaya atan emekli hukukçunun emekli olmasının isabetli bir karar olduğunu bir kez daha gördüklerini dile getiren Gündoğdu, zihinlerinde var ettikleri karanlık hukukun algılarını bu ülkenin insanlarına dayatan zihniyete ve mensuplarına ise tarihin çöp sepetini gösterdi.


Gündoğdu, son olarak Doğu Türkistan ve dünyanın diğer bölgelerinde insanlığa karşı işlenen suçların ve katliamların faillerini lanetlediklerini ifade etti.

...................................................

MEMUR-SEN İL TEMSİLCİLERİ TOPLANTISI SONUÇ BİLDİRİSİ

24-26 TEMMUZ 2009- KOZAKLI / NEVŞEHİR

1.Militer ürün olan 1982 Anayasası kaldırılarak yerine ana nüvesi milli egemenlik olan, özgür birey, sivil toplum ve demokratik devleti önceleyen sivil irade ürünü bir Anayasa acilen hazırlanmalıdır.

2.Memur-Sen  olarak 2008 yılı toplu görüşmelerinin sonucundan kısmen memnun olmakla birlikte, 2009 yılında toplu sözleşme hakkının sağlanamamasını demokrasimizin gelişimi bakımından bir eksiklik olarak görmekteyiz. Bu çerçevede, kamu görevlileri üzerindeki sendikal sınırlamalar ile gözden geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartına konulan çekinceler kaldırılmalı,  kamu görevlilerine ILO standartlarında grevli, toplu sözleşmeli sendikal hak sağlayan maddelere yer verilmelidir. Tüm çalışanlar ve çalıştıranlar toplu pazarlık hakkına sahiptir. Toplu pazarlık hakkı kısıtlanamaz.

3.Türkiyenin demokratikleşmesi için sadece Anayasa paketinin açılması yeterli olmayacaktır. Anayasa paketine paralel olarak  yargı ve   kamu personel reformunun merkezinde olacağı kamu yönetimi reformu ile ekonomik ve sosyal paketler de eşgüdümlü olarak yürürlüğe konmalıdır.


4.
Türkiyenin demokratik standartlarının yükseltilmesi yolundaki girişimleri destekliyoruz.  Türkiye Cumhuriyeti farklı etnik kimliklerin ortak mücadelesi ile kurulmuştur.Kuruluşunun temellerini oluşturan bu gerçeğe bağlı olarak, etnik kimliklerle ilgili sorunların çözümünü kazanan ve kaybeden boyutuna indirgemeden, demokrasi ve insan hakları temelinde bir anlayışın hakim kılınması ve sivil iradenin inisiyatifinde  bir eylem planının hayata geçirilmesi gerekir. Devlet kavramı, milletin iradesi doğrultusunda  yeniden tanımlanmalı ve devletle vatandaş arasına yerleştirilen bütün kalkanlar ortadan kaldırılmalıdır.

5.
Anayasa ve yasalarda hiçbir yasaklayıcı hüküm bulunmayan ve toplumsal bir yara haline gelen keyfi başörtüsü yasağı  eğitim ve  çalışma hayatı başta olmak üzere hayatın her alanında yasak olmaktan çıkarılıp demokrasinin ve özgürlüklerin önündeki bir engel daha acilen kaldırılmalıdır.


6.
Yargıda tam bağımsızlığın sağlanmasına yönelik olarak yasalaştırılan, asker kişilerin sivil mahkemede yargılanmasının önünü açan, sivillerin ise askeri mahkemelerde yargılanmasının önünü kesen yasal düzenlemeyi destekliyor, Türkiyenin demokratikleşmesinde önemli bir aşama olan bu yasayı Anayasa Mahkemesine götüren ana muhalefet partisini de kınıyoruz. 


7.
Memur-Sen olarak HSYKnın Ergenekon davası sürecine yönelik girişimlerini kaygıyla izliyoruz. Hakim ve Savcıların hukukunu korumak görev ve sorumluluğunda olan HSYKnın yargı kökenli üyeleri, Kurulun "Hukuka Saygıyı Yıkma Kurulu" olarak isimlendirilmesini haklı kılacak tavırları terk etmelidir. Diğer taraftan yaşananların hatırlattığı asıl gerçek, HSYK kararları yargı denetimine tabi tutulmalıdır.

8.Kalkınmada öncelikli bölge kapsamındaki illerde görev yapan kamu görevlilerine, görev yaptıkları illerin kalkınmada öncelikli dereceleri dikkate alınarak yan ödeme tutarları ile özel hizmet tazminatlarının bir kat artırımlı olarak ödenmesi şeklinde  ilave tazminat verilmelidir.

9.Kamu çalışanlarına yönelik siyaset yasağı kaldırılarak kamu çalışanlarının istifa etmeden  aday olmalarının ve siyasi partilerle ilişki kurmalarının önü açılmalıdır.


10.
Emeklilere yönelik sendikal örgütlenmelerin önündeki engellerin kaldırılmasını, maaşlarının yattığı bankalarca promosyon ödenmesini, emekli maaşlarında iyileştirme yapılarak adaletin sağlanmasını talep ediyoruz.

11.Ülkemizde işsizlik, en ciddi risk ve tehditlerden biri haline gelmiştir. İşsizliğin tehdit olmaktan çıkarılması için kamu öncülük etmelidir. Bu kapsamda, başta öğretmen, doktor, hemşire, memur ve hizmetli olmak üzere kamuya en az 300 bin personel alımı yapılmalı, kamudaki boş kadrolar doldurularak personel açığı kapatılmalıdır. Öte yandan 40 milyar TLyi aşan İşsizlik Sigortası Fonundan yararlanma şartları gözden geçirilerek daha çok kişinin faydalanması sağlanmalıdır.

12.Tüketicilerin geliri artırılmadan, alım gücü yükseltilmeden piyasalar canlandırılamaz. Kriz  sürecinde iş dünyasına yönelik 70in üzerinde tedbir alınmış, bu tedbirler çerçevesinde 50 milyar TL sübvanse edilmiştir. Bu kapsamda; emeklilere ve  kamu çalışanlarına altışar aylık dönemler halinde 600er TL olmak üzere kriz bitinceye kadar "kriz çeki" verilmelidir.


13.
Çalışma barışını ve motivasyonunu bozan ve olumsuz etkileyen çalışanlar arasındaki "Ek Ödeme" farklılıkları giderilerek sosyal adaletin gereği olan "eşit işe eşit ücret" ilkesi hayata geçirilmelidir.Bu kapsamda 2010 Ocak ayından itibaren verilmek üzere ek ödemelerde en az 15 puan (80 TL) artış yapılmalı ve ek ödemeler emekliliğe aynen yansıtılmalıdır.

14.Kamu çalışanlarının vergi oranları 5er puan düşürülerek vergi yükü azaltılmalı veya   gelir vergisine esas gelir dilimlerinde artış yapılmalıdır. Böylece  kamu çalışanlarına kaşıkla verilen zammın kepçeyle alınmasının önüne geçilmiş olacaktır.


15.
4/B, 4/C ve 4924 sayılı yasaya tabi sözleşmeli personel kadroya alınmalı, bu süreç gerçekleşene kadar 657 sayılı Kanunun getirdiği haklardan yararlandırılarak sözleşmelilerin mağduriyetleri giderilmelidir.

16.
Ülkemizde 8.5 milyon özürlü bulunmaktadır. Bunların yüzde 80i  maalesef iş gücüne dahil olamamaktadır. İşgücüne dahil olanların da sadece yüzde 20si istihdam edilmektedir. Özürlüler istihdama dahil edilmeli ve  toplumla kaynaşmaları sağlanmalıdır.

17.
Ülkemizin en büyük ekonomik ve sosyal hastalıklarından birisi de faizdir. Dünya ülkeleri arasında reel faizin en yüksek olduğu ülkelerin başında yer alıyoruz. Bugün enflasyon yüzde 6 seviyelerinde seyrederken bankalar yüzde 20 faizle para satmaktadır. Bu rakam enflasyonun üç katını aşmaktadır. Bu ekonomik dengelerle alay eden mevcut uygulamaya son verilmeli, bankalar faiz oranlarını aşağıya çekmelidir.

18.
Türkiyenin IMFye karşı bugüne kadar yürüttüğü politikayı takdirle karşılıyoruz. Türkiye ekonomisi  artık  IMF prangasından kurtulmalıdır. Bu kapsamda, IMF ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde bugüne kadar çıkarılan mevzuatlar ve uygulamalar gözden geçirilmeli,(Üst Kurul, tarımda kota (vb.) ülkemizin aleyhine olan mevzuat ve uygulamalar yürürlükten kaldırılmalıdır.

19.
YÖK, katsayı kararıyla Türkiyenin normalleşmesine katkı sağlamıştır. Milyonlarca gencimizin yükseköğrenim görme hakkından yararlanmasını engelleyen katsayı uygulamasının kaldırılmasını, eğitimde imkan ve fırsat eşitliği ilkesinin sağlamasına yönelik düzenlemeyi destekliyoruz. YÖKün antidemokratik çevrelerden gelecek her türlü baskıyı göğüsleyerek bu kararlılığını devam ettireceğini ümit ediyoruz.Bununla birlikte katsayı kararıyla ilgili olarak "Katsayı meselesini Danıştay halleder."  diyen zihniyeti ve temsilcilerini şiddetle  kınıyoruz.

20.
12 Eylülün antidemokratik ortamında kurulan YÖKün feshedilmesini, yerine üniversitelerin özerkliğini güçlendiren koordinatör bir kuruluşun oluşturulmasını talep ediyoruz.


21.
Çin yönetimi tarafından Uygur Türklerine uygulanan katliam ve soykırım girişimlerini esefle kınıyor,  Türkiye dışında İslam dünyasından ekonomik kaygılarla ciddi tepkinin gelmemesini ise endişeyle karşılıyoruz. Çinin insanlık dışı uygulamalarına son vermesini ve BM başta olmak üzere uluslar arası kuruluşların Çinde yaşanan katliama müdahil olması çağrısında bulunuyoruz.


22.
ABDnin Afganistan ve Irak işgalinden sonra Pakistanda da sivillere yönelik katliamlarını kınıyoruz. ABDnin Afganistan ve Iraktan çıkmasını, Pakistandaki operasyonlarını durdurması için Türkiyenin girişimlerini artırmasını bekliyoruz.

23.
Avrupa Birliği bu yıl sonundan itibaren Sırbistan, Karadağ ve Makedonya vatandaşlarına vizesiz seyahat izni tanırken,  nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Bosna Hersek, Arnavutluk ve Kosovaya bu hakkı tanımaması çifte standarttır. Bu durum ABnin inanç temelinde ayrımcılık yaptığının belgesi niteliğindedir. ABnin  çifte standartlı bu  tavrını  şiddetle kınıyoruz.


    
 Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, Nevşehir-Kozaklıda düzenlenen Memur-Sen İl Temsilcileri Toplantısının açılışında konuştu. Gündoğdunun konuşmasının tamamı:        

                 YENİ BİR DÖNEME GİRDİĞİMİZİN İLANIDIR

                Büyük başarıların ardından   hep şöyle  sözler duyarız: Her şey bir düşle bir hayalle başladı, ilkin küçük bir adım attık sonrası geldi. Elbette bir düşle başladı derken içinde bir sürü araştırmanın, ihtimalin, yeniden tanımlamanın, yer aldığı bir düşten söz ediliyor.

                Bize de bu büyük başarıyı getiren düşlerdi. Bizim düşlerimizi de  ilkin  onlar  dile getirdiler. Biz onların dizelerinde, coşkulu bir yüreği, engel tanımayan bir  aklı, köklerini tarihin derinlerine salmış bir çınarın şarkısını duyduk: 

Necip Fazıl,

"Kırılır da bir gün tüm dişliler

 Döner şanlı şanlı çarkımız bizim

 Gökten bir el yaşlı gözleri siler

Şenlenir evimiz barkımız bizim"   diyerek

Sezai Karakoç,

"Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,

Meyveler sabırla olgunlaşırmış.

Bir gün gözlerimin ta içine bak;

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak"  diyerek


Kurucu ve Ebedî Genel Başkanımız M. Akif İnan

Kurtuluş haberi olsun dünyaya

Ayırma üstümden bir an gölgeni 

Her eylem yeniden diriltir beni
Nehirler düşlerim göl kenarında.

diyerek geleceği müjdelediler.

                 Bu erdem dolu gönüller biliyordu,  biz biliyorduk ama başkaları bilmiyordu. Şimdi bilenler çoğaldı. Bugün buraya içtenlikle gelen siz güzel insanlar, siz geldiğimiz noktanın, taşıdığımız misyonun bugün bu ülkede ne anlam ifade ettiğini  Sevan Nişanyan  özetle şöyle özetliyor:

Kemalist düşünce; sol ve "ilerici" kisvelerini tamamen terk ederek, toplumsal değişimlerden kuşku duyan, milliyetçi, otoriter, askerci, batı düşmanı bir tepki ideolojisine dönüştü, daha sonra Kızılelma ittifakında yerini aldı.

                Türkiyede potansiyel tehdidin konusu değişmiştir. Geçmişte geleneksel değerlere bağlı hareketler, küresel dünyanın, özgürlükçü demokrasinin başlıca temsilcisi olarak ortaya çıkmıştır.

                Başka bir deyişle: Tehdit gibi gördüğümüz hareketler, bugün bu ülkede özgürlüğün teminatıdır.  Adlarının önüne ilerici, modern, çağdaş kavramları getirerek topluma öncülük ettiğini iddia edenler gerçekte gericidir, demokrasi ve insan hakları düşmanıdır.

                Değerli dostlar,

                Vurguncular, soyguncular, darbe severler, halk düşmanları uykularında yakalandılar. Biz düşlerimizin büyüklüğü oranında enerji bulduk. Yaşadığımızı, var olduğumuzu bize duyuran düşlerimizin, düşüncelerimizin, duygularımızın yaydığı enerjiyle yollara düştük. Bugün geldiğimiz yeri hep bu görünmeyen yol göstericilerimize borçluyuz.

                Yaşadığımız ve herkesten çok sevdiğimiz bu ülkede, bizim payımıza düşen,  kendi halkına işgalci vali gibi davranan bürokratların,  medya patronlarının, kapitalistlerin masalarından arta kalanlar olmamalıydı. Biz bu ülkede bu çeteleşmiş simsarların izin verdikleri kadar ve izin verdikleri bir biçimde yaşamayacak kadar onurluyuz.

Şairin dizeleriyle,

Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya.
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

Dostlar,

                Parya değildik ve insan onuruna yakışan bir hayat istedik. Bunun için evet, dedik ve yeni bir hayatı düşleyebilme cesaretini gösterdik. En insani isteklerimizin ruhumuzu tutuşturmasına izin verdik. Sahici bir coşkuyla yola çıktık,  sayısız eylemler gerçekleştirdik. Türkiyenin her ilinde, her ilçesinde, her kurumunda seslerimiz yankılandı. Kimi zaman ümitsizlik kapladı içimizi, kimi zaman hiç beklemediğimiz bir yönden gelen  "ben de geliyorum" sözü içimizdeki bulutları dağıtmaya yetti.   Her günü daha iyiye, daha güzele, daha anlamlıya ulaşmak için bir fırsat olarak gördük.

                Düşüncelerimiz, ideallerimiz yön duygumuzu hiç yitirmeden yürümemizi sağladı. Düşlerimiz uykularımızı kaçırdı, sabahları erkenden uyandırdı, gündüz düşleri gördürdü. Onlar ki bizi biz yapan değerlerdi,  var oluşumuza sahip çıkar gibi onlara sahip çıktık.

Dostlar,

                Bugün gerçekleşen düşlerimizin mutluluğunu elbette yaşayacağız ancak gidilecek daha çok yolumuz olduğunu unutmadan. Bugüne kadar verdiğimiz sözleri yerine getirdik. Dün, ondan önceki gün, istenirse ta bezm-i eleste götürülsün. Hep sözümüzde durduk, durmaya devam edeceğiz. Ve Aldığımız her emanetin hakkını vermeye çalıştık.

Dostlar,

                Bizim için tarihin artık başka türlü yazıldığı günleri yaşıyoruz. Kuruluşumuzun 14. yılında MEMUR- SEN ailesi olarak, 376 bin 355 üyemizle yetkili konfederasyonuz. Bu başarıda emeği geçen herkesi kutluyor ve teşekkür ediyorum. Bu sonucun başka bir anlamı da örgütlü mücadelede bize katılın, insan onuruna yaraşır hayatı birlikte kurabiliriz, emeğimizi ve ekmeğimizi birlikte yüceltebiliriz!" çağrımızın yüz binlerin akıllarında ve vicdanlarında karşılık bulmasının tescilidir. Emek veren, mücadelemize katılan herkese en içten şükranlarımı sunuyorum. Bu konuda konuşulacak çok şey var,  ancak aldığımız bu sonucu ve mücadelemizi daha da anlamlı kılan yaşadığımız ülkenin yapısıdır ki ona dair kimi gerçekleri bir kez daha hatırlatmayı faydalı buluyorum.

                Dostlar,  artık bu ülke için günler başka türlü geçmeye başladı.

                Tek parti döneminin pratiğinden beslenen bir dönemin sonuna geliyoruz.  Bu dönemin en karakteristik, en belirleyici özelliği hayatın ve hakikatin merkezinde kendilerini gören sivil-asker bürokratların bulunmasıdır. Başka bir deyişle bürokrasinin egemenliğidir. Bürokrasi devlet dairelerinin gücünü, iktidarını ve hâkimiyetini ifade eden bir terimdir. Başka bir deyişle muktedirlerin ideolojisidir. Batılı bir araştırmacı aynen şöyle diyor: Her ordu aslî işlevlerini dışarıdan gelecek müdahalelere karşı korur. Siyasi özerklik ise hem ideoloji hem de davranış boyutu içerir; ordunun siyasi özerkliği, kurumsal sınırları aşan bir saldırı stratejisi olup, sivil egemenliğe karşı tahammülsüzlüğü hatta direnmeyi temsil eder. Böyle rejimlerle yönetilen bir ülkelerde, birden çok partinin bulunması, seçimlerin yapılması görüntüyü kurtarmaktan öte bir anlam taşımaz.

  Bizim çok partili hayata geçişimizin de bu anlamda başka bir hikâyesi var.  İkinci Dünya Savaşında Nazizm ve Faşizmin yenilmesi, dünyada demokrasinin zaferi gibi algılandı. Ve  biz de de çok partili hayata geçildi. Yani halkın tek parti yönetimine karşı geliştirdiği mücadele ile bu hak kazanılmadı.  Sonrasını biliyorsunuz, az da olsa halk iradesinin yansıdığı bu yönetim biçimine muktedirler ancak on yıl gibi kısa bir süre tahammül edebildiler. Daha sonraları, Rahmetli Özalın çabaları... Ve AK Parti iktidarında yaşananlar... Onlar yasaların kendilerine tanıdığı imkânları sonuna kadar kullanamamalarına rağmen,  yaptıkları vesayetçi bürokrasiyi çılgına çevirmeye yetti.

                 Çünkü mevcut yönetim biçiminin demokrasiye doğru evrim geçirdiğini gördüler. İnsanımız,  kendisi için gerekli olanlara kendisinin karar verdiği, kendi çıkarlarını yine kendisinin tanımladığı bir yönetim biçimi istiyordu. Bunu da değişik biçimlerde ortaya koydu. Millet, kendisi hakkında sürekli kararlar alan ama aldığı kararlar yanlış çıktığında, görevinden alamadığı bürokratlar egemenliğinde yaşamak istemiyor.

Dostlar yeni bir dönemdeyiz,

                Halkımız ilk defa, kendi bürokratlarının emir ve tavsiyelerine uymakla mükellef olmadığını bilmekle kalmadı, bunu bir irade biçiminde ortaya koydu. İlk defa silahlı, silahsız, yüksek ya da alçak olsun kendi bürokratının görüşlerini paylaşmadığında vatan haini olmayacağını yüksek sesle dile getiriyor; ilk defa kendini korkutmaya, sindirmeye çalışmayan bir basının olabileceğini gördü. İlk defa maaşını devletten almayan bir aydın sınıf, devletten beslenmeyen bir tüccar sınıf ortaya çıktı. Halkımız, artık kendisini anlamaktan aciz,  bu topluma önder ve öncü olma yeteneklerini kaybetmiş bir sınıfın kendine layık gördüğü bu çağdışı yönetim biçimine daha fazla katlanmak istememektedir. Memurlar ilk defa kendilerinden yana olan gerçekten sivil sendikalarla tanıştı.

Evet, yeni bir dönemdeyiz

                Anayasa Mahkemesinin 367 kararı bir skandaldı; başörtüsü kararı da akla ziyan bir yorumdu ve bütün bunlar kurulmaya çalışılan "yargı vesayeti"ni bir ölçüde deşifre etmişti; ama hiçbiri Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunun Ergenekon savcılarının ayağını kaydırıp davayı engellemek, JİTEMci canilerin yargılanmasını önlemek için canını dişine takıp direnmesi kadar deşifre etmemişti vesayetçi yargıyı.

                Özgürlük düşmanı bürokrasi büyük bir hızla güç kaybediyor; güç kaybettikçe çatlıyor, parçalanıyor.Karanlık yönetim biçiminin bütün dayanakları birer birer çöküyor, vesayetçi yönetim anlayışı dikiş tutmuyor, geri çekilip yeni direniş hatlarında kurdukları her barikat anında çöküyor, ne askeri yargı var koruyucu kanatları altına saklanabilecekleri, ne GATA  ne Adli Tıp ne YÖK ne HSYK  ne de sözde sivil toplum kuruluşları...

 Yeni bir dönemdeyiz,

                Bugüne kadar bu oligarşik yönetim biçimine direnebilecek ekonomik güce,  sosyal ayrıcalıklara, örgütsel büyüklüğe sahip olanlar egemenlerin iktidarıyla hep  iyi ilişkiler kurdular ve  karşılığını aldılar.  Artık inançları, inandırıcılıkları yıpranmış, vicdani, ahlaki, entelektüel dayanaklarını yitirmiş bu sınıflar ve temsil ettikleri zihniyet pek çok insana sakat ve yetersiz görünmeye başlamıştır. Kendisini bürokrasinin egemen diline göre ayarlamış her dil, her oluşum bütün dünyada olduğu gibi bizde de artık miadını doldurmuştur.

                Bugüne kadar hep yazılıp çizildi. AK Parti iktidarının en büyük yanlışı, kendini zorlayan siyasi rakibi olmadığından reform faaliyetlerini gerçekleştirirken biraz uzlaşıp, biraz itişerek ama kendini riske atmadan yol alabileceğini sanması olmuştur. Bugün gerek asker gerekse sivil bürokrasi içinde mevcut durumdan nemalanan çıkar çevreleri karşı hamleler geliştirirken, iktidarın duraklaması kendisi için büyük bir yanlış, karşı taraf için ise bulunmaz fırsat olmuştur.  Oysa milletimizin talepleri ve buna ilişkin AB müktesebatı, saklı gizli değil, herkesin bildiği demokratik dönüşüm hedeflerini içermekteydi. İktidar kamu yönetimi reformu, yargı reformu ve yeni anayasa  gibi alanlarda atacağı köklü yenilenme adımlarıyla yalnız reform sürecini kesmek isteyenlerin direncini kırmakla kalmaz, demokratikleşme sürecine de hız kazandırmış olurdu.

                Böyle bir süreçte çatışma kaçınılmazdı. Peki değişimden yana olanlar böyle bir çatışmaya hazırlıklı mıydı? Hayır. Her şeyden önce Cumhuriyet Türkiyesinde sivil toplumun reformlar için mücadele deneyimi yoktu ya da yok denecek kadar azdı; dolayısıyla değişimden yana olanların bu boyutta bir çatışmaya hazırlıklı olmaları beklenemezdi. AK Partinin reform sürecindeki yanlışları da bu nedenle anlaşılamaz değildi. Şimdi ne olacak? Bürokrasi cephesi, reform sürecini yavaşlatanların yanlışlarından yararlanıyor. Eğer yargıçlar üzerinden sürdürdükleri mücadelede başarılı olabilirlerse, demokratikleşme sürecinde ciddi gedikler açabilirler, en azından bir moral üstünlük kazanabilirler.  Şunu herkes açıkça görmeli:Bundan sonra demokrasi yanlıların yanlış yapma lüksleri yok.

Peki, bunlar yaşanırken biz ne yaptık?

                Kamu sendikalcığında yeni bir dönemi başlattık.  Bunu yaparken şu gerçeği çok iyi biliyorduk: Toplum da insan da birbiriyle çelişen, ancak anlaşılabilir güçlerin karışımıdır;  insanı ve toplumu anlamak ve onlar için bir öngörüde bulunabilmek için bu güçlerin özelliklerinin, eğilimlerinin ve istikametlerinin doğru çözümlenmesi son derece önemlidir. Toplumların zihniyeti,  sosyolojik, iktisadi bünyesi, onlar için gerçekliğin ta kendisidir. Bu nedenle toplumu, toplumsal olayları,  hâkim zihniyeti, ekonomiyi doğru analiz eden, analiz sonuçlarını samimi duygularıyla birleştiren, sonra da bütün bunları bir sistem haline getirerek eyleme geçen insanları hiçbir güç durduramaz. Aslında "bilgi güçtür sözünün hikmeti de burada saklıdır. Bu yüzden bilgi ve hikmetin yitik malımız olduğunu bilerek hareket ettik. Başka bir söyleyişle dönüşmenin ve dönüştürmenin esası, kilit noktası  "fark etmek ve fark ettirmekten geçtiğini bilerek yola çıktık.

                Ebedi Genel Başkanımız Akif İnanın önderliğinde, 14 Şubat 1992de Eğitim-Bir-Senle başlayan yürüyüşümüze, Bem-Bir-Sen, Birlik Haber- Sen, Sağlık-Sen, Büro-Memur-Sen, Diyanet-Sen, Enerji-Bir-Sen, Ulaştırma- Memur-Sen, Toç-Bir-Sen, Bayındır- Memur-Sen, Kültür- Memur- Sen katıldı. "BİZ BÜYÜK BİR AİLEYİZ, SEN YOKSAN BİR EKSİĞİZ"  anlayışıyla 9 Haziran 1995te MEMUR-SEN,  kuruldu ve hep birlikte on dört  yıllık bir mücadelenin sonunda yetkili konfederasyon haline getirdik.

                Bugüne kadar Birlik ve beraberliğimizden ödün vermeden, yapıcı, inşacı ve ihyacı sendikacılık anlayışıyla hareket ettik. Modern dünyadaki gelişmelere kayıtsız kalmadan yerli bir duruş sergiledik. Şunu öncelikle söyledik: Siyasal seçenekleri ne olursa olsun, bütün meslektaşlarımızın yığınla ortak sorunları ve beklentileri var, biz öncelikle bunlara odaklanmalıyız. Biliyoruz ki üyelerinin ortak sorunlarına/ gereksinimlerine öncelik tanımayan hiçbir örgütlenme başarılı olamaz. Bu anlayışla bir yandan üyelerimizin karşılaştıkları bireysel sorunları çözerken, diğer yandan ortak sorunlarımız için çözüm ürettik, mücadele ettik. Bugüne kadar kamu çalışanlarının mali, idari, ve sosyal kazanımlarında en fazla çaba harcayan biz olduk. Bir araya geldiğimizde yaşayışımızı doğrudan etkileyen sorunlarımızı birlikte çözebileceğimizi her defasında kanıtladık.

                Bugüne kadar elde ettiğimiz mali, idari ve sosyal kazanımların yanında geliştirdiğimiz: Ön yargıları yenme, farklı düşüncelere ilgi gösterme, bilgi toplama, strateji geliştirme, demokratik katılım ve karar alma, kişisel sorumluluk alma, grup içinde rol alma, grup dinamiklerini geliştirme, yaşadığı toplum- ülke- dünya sorunlarına duyarlılık, cesaret-kararlılık- adanmışlık gibi hasletlerimiz hep işbaşında oldu. Ve olmaya devam edecek.

                Üyemiz olsun olmasın her insanı önemsedik. Örgütlü mücadelenin belirleyicisinin insan olduğunu hiçbir zaman unutmadık. Çünkü örgütlerin büyümesinde, gelişmesinde, etkin olmasında, şüphesiz en önemli bileşen, insan varlığıdır; onun var olan ve gelişebilecek bilgileri, becerileri ve tutumlarıdır. İnsan odağımızı asla yitirmedik, yitirmemeliyiz. Çünkü insan pek çok alanda olduğu gibi örgütlü mücadelenin öznesidir. İnsanı göz ardı eden her girişim başarısız olmaya mahkûmdur.

                Eylemlerimizi, ufkumuzu sadece yaşadığımız dönemle ve coğrafyayla sınırlamadık Kimliğine bakmaksızın zulme maruz kalan her insanın yanında olduk.  Filistinden, Bosnaya, Çeçenistana, Doğu Türkistana, Iraka, Afganistana, Pakistana... nerede bir zulüm varsa bütün gücümüzle zalimlerin karşısında olduk.

                Ayaklanmacı bürokratik oligarşi ve onların işbirlikçisi çıkar grupları tarafından kurulmuş bu düzenin değişmesi, daha özgür daha demokratik, daha müreffeh bir Türkiyenin biz olmadan gerçekleşmeyeceğini bilerek hareket ettik. Faşist Almanya ve İtalyadan devşirilmiş tahakküm etme, topluma diz çöktürme, halkı esir alma stratejilerinin, devlet geleneği adı altında insanımızı tutsak etmesine, yönetmesine karşı mücadele ettik, etmeyi sürdüreceğiz.

                Başka bir söyleyişle aklımızı yok sayan, insanlığın birikimlerini görmezden gelen; modern dünyanın geldiği özgürlükçü- katılımcı demokrasiyi kendi halkına çok gören;  bu çağ dışı darbe mantığının, hukuk, anayasa, kanun yönetmelik, protokol gibi kavramların hiçbir sınıfın çıkarı için kullanılamayacağını her platformda dile getirdik.Her anayasal kurumun, evrensel ilkeler doğrultusunda, kendi doğal sınırlarına çekilmesinin diğer aktörlerle birlikte bize bağlı olduğunu bilerek hareket ettik.

Dostlar,

                Yüzlerce yıl birlikte yaşama kültürü geliştirmeyi başarmış bu millet,  ne yazık ki kendilerini devletin sahibi gören sınıflar marifetiyle türlü kamplara ayrılarak, birbirine karşı mevzi almaya zorlanmıştır.  Yeniden yaşanabilir bir ülke inşa etmek, ancak sivil toplum ve sivil örgütlerin arasından zorba güçlerin çekilmesiyle mümkün olacaktır.  Ancak biz, böyle bir iklimin hayat bulmasına öncülük edebiliriz,  taşıdığımız değerlerle ülkenin her yöresine biz ulaşabiliriz.  Biz bu bilinçle hareket ettik, Türkiyede hiçbir örgüt bizim kadar ülkenin tamamını temsil edebilecek,  birbirini içtenlikle seven insanları bir araya getirememiştir. İddia ediyorum, içi boşalmış ırkçı yapılanmalar toplum dışı, marjinal unsurlar olmaktan kurtulamayacaklardır. Biz, taşıdığımız evrensel değerlerle daha da güçleneceğiz, devraldığımız mirası gelecek kuşaklara emanet ederken yüklendiğimiz görevleri hakkıyla yerine getirmiş olmanın kıvancını yaşayacağız.

                Bu ülkede, her insanın kendi hayatıyla ilgili nihai tercihlerde bulunma hakkı olduğunu biz savunduk. Çünkü özgürlük, her insanın başkalarının müdahalesi olmadan kendi geleceğini belirleme hakkıdır. Başkalarının haklarına müdahale etmediği sürece insanlar kendi hayatlarını nasıl yaşayacaklarına kendileri karar vermelidir. Nerede yaşayacağına, nerede çalışacağına, neye inanacağına karar verme herkesin kendine aittir.  Herkes, kendi tercihlerini, ahlaki değerlerini, hayattaki amaçlarını, dolayısıyla çıkarlarının neler olduğu bilgisine kendisi sahiptir.  Biz, yok sayılmaya çalışılan, insanların "kendileri olabilme" haklarını savunan güçlü bir sivil toplum örgütü olarak tarihteki yerimizi aldık.

Memur-Senin yetkili konfederasyon olmasıyla ülkemiz kamu görevlileri sendikacılığı açısından yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemde de, ücret, toplu sözleşme ve özlük hakları yanında özgürleşme ve demokratikleşme konusundaki taleplerimizi de aynı kararlılıkla dile getirmeye devam edeceğiz. Biliyoruz ki, demokrasi ve özgürlüklerden yoksun bir zeminde sendikal bilincin gelişmesi ve sendikal yöntemlerle hak aranması mümkün değildir.

                Yakın bir tarihte başlayacak ve kamu görevlilerinin sözcüsü olarak doğru bir şekilde yönetmek sorumluğunda olduğumuz bu yılki "Toplu Görüşme Süreci",  başta kamu görevlileri olmak üzere kamuoyunun bütün dikkatinin Memur-Sen üzerinde odaklanacağı bir süreç olarak gerçekleşecek. Toplu görüşmenin sonuçları, 1.017.072si sendika üyesi iki milyonu aşan kamu görevlisini, aileleriyle birlikte dikkate alındığında 10 milyonu aşkın insanı doğrudan ilgilendiriyor. Başta üyelerimiz olmak üzere kamu çalışanlarının ortak hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek sorumluluğunu her zamankinden daha fazla hissediyoruz. Toplu görüşmeyi, "toplu sözleşme hakkı" fiilen var dedirtecek kazanımlar silsilesiyle ve önümüzdeki yıl toplu sözleşme imzalamamızı sağlayacak bir sonuçla tamamlamak için var gücümüzle çalışacağız.

                2008 toplu görüşmelerinde Memur-Sen olarak, toplu sözleşme ve grev hakkı yoksunluğuna ve yetkili konfederasyon olmamamıza rağmen,  istenildiğinde ve kararlılık gösterildiğinde toplu görüşme masasından da kazanımlar elde edilebileceğini kanıtladık. Yetkili konfederasyon sıfatıyla görüşmelerin seyrini belirleme yetkisine sahip olduğumuz 2009 yılı toplu görüşmelerinde, kamu görevlilerinin beklenti ve taleplerini dile getirmek ve kazanıma dönüştürmek konusundaki becerimizi daha kolay sergileyeceğiz. Beklenti ve taleplerimizin karşılanmaması halinde örgütlenmeden ve emekten kaynaklanan sendikal gücünü tepkiye dönüştürmek konusunda Memur-Sen, aynı kulvardaki diğer konfederasyonların çok üstünde imkan ve kabiliyete sahiptir.

         Bu inanç ve güvenle, 2009 toplu görüşmelerinin yeni kazanımlarla sonuçlanmasını sağlayacak taleplerimizi istişareyle belirlemek adına gerçekleştirdiğimiz bu toplantının kamu görevlilerine insan onuruna yaraşır bir hayat standardı sağlayacak mücadelenin başlangıcı olmasını diliyorum. Katılımınızdan ve katkılarınızdan dolayı şimdiden teşekkür ediyorum.